Açık hava müzesi: Barselona
Barselona’ya sakın İspanyol havasına bürüneceğinizi düşünerek gitmeyin. Çünkü Barselona Katalan. İspanyollardan farklı bir dile ve kültüre sahip insanlar yaşıyor orada. Kent sakinleri günlük konuşma dili olarak kendi aralarında Katalanca konuşuyor, eğitim Katalanca, “Castellano” olarak geçen İspanyolcayı sadece resmi yazışma dili olarak kullanıyorlar. Ancak yabancıysanız ve İspanyolca konuşuyorsanız size İspanyolca cevap veriyorlar.
Sokaklarda flamenko danslarını göremezsiniz. Arenalarda boğa güreşlerini izleyemezsiniz, çünkü hayvanları koruma kapsamında Katalan eyaleti içerisinde yasaklanmıştır. Eskiden kullanılan tüm arenalar kapalı; ya müze ya da alışveriş merkezine dönüşmüş durumda. Katalanlar çalışkan insanlar, siesta burada da bazı yerlerde uygulanıyor ama siesta saatlerinde çalışan insan sayısı Güney İspanya’ya göre oldukça fazla. İspanya ekonomisinin büyük bölümü burada dönüyor denilebilir, güneye göre her yönden zengin bir şehir.
Özellikle sanata düşkün arkadaşlar için Barselona tam bir açık hava şehir müzesi diyebilirim. Adım attığınız her sokakta bir sanatçının eserine rastlamanız mümkün. Hepsi de yepyeni, bugün yapılmış gibi korunmakta.
Barselona’da havalimanından şehir merkezine ulaşım çok kolay. Taksiler dışında, hem shuttle bus’lar, hem de tren var. Fiyat açısından daha makul olan trenle 20 dakika içinde şehirdeki Sants İstasyonu’nda olabilirsiniz. Sants’tan gideceğiniz her bölgeye metrolarla bağlantı kurmak gerçekten çok kolay.
Olmazsa olmaz görmeniz gereken yerler arasında; Sagrada Familia, Park Güell, La Rambla Caddesi, Katalan Meydanı, Casa Mila, Casa Battlo, Casa Amattler, Plaza Espana, Mont Juic, Katedral, Picasso Müzesi ve futbol meraklıları için Olimpiyat Stadı ile ünlü Barça takımının Nou Camp’ı ilk akla gelenler… Detaylara girip her şeyi görmek istiyorum derseniz Barselona’da aylarca yaşamanız gerekebilir. On beş yıldır her sene -bazen yılda 3-4 kez- gittiğim halde hala her ziyaretimde görmediğim yeni bir şeyle karşılaşma sürprizini yaşayabiliyorum.
Muhteşem sanatçı Gaudi’nin bir eseri olan Sagrada Familia’yı gezmek için mutlaka hafta içi ve sabah çok erken saatleri tercih edin derim. Çünkü hafta içi dahi olsa her gün kapısında neredeyse eserin tüm çevresini dönen bir giriş kuyruğu ile karşılaşıyorsunuz. İlk yapılmaya başlandığında “dünyanın en çirkin eseri” denilmiş ancak şimdi dünyanın harikalarından sayılıyor; bir tarafı iskelet temalı, diğer tarafı erimiş mum gibi bir şaheser. Bu arada eserin yapımı halen devam ediyor, Gaudi’nin ömrü yetmemiş bitirmeye, tamamlanması için en az 50 yıl daha gerektiği rivayet ediliyor.
Park Güell de muhteşem bir Gaudi eseri. Burada taş ve seramikten ne harikalar yaratılabildiğini göreceksiniz, Hansel ve Gretel’in pasta evlerini anımsatan evlerine bayılacaksınız. Parkın içinde sanatçının kendi yaşadığı ev de yer almakta. Park Güell diğer Gaudi eserleriyle birlikte UNESCO’nun koruması altında.
Park Güell için metro kullanacaksanız Passeig de Gracia veya Diagonal metro duraklarından Lessepsyönüne giden trene geçin. En yakın durak Lesseps ancak oradan biraz yürümeniz gerekecek, önceden edineceğiniz haritadan hangi yöne ilerleyeceğinizi kolayca görebilirsiniz. Çok önemli bir turistik bölge olduğundan her haritada yer alıyor.
La Rambla’ya onların İstiklal Caddesi diyebiliriz. La Rambla gezinti yeri/yürüyüş yolu anlamında bir terim. Cadde Katalan Meydanı’ndan başlıyor, marinaya kadar iniyor. Yol boyunca çeşitli pandomim sanatçıları, müzisyenler ve çiçek, hediyelik eşya satan marketler göreceksiniz. Yolun sağ tarafında kalan meyve-sebze satan pazar yerindeki (Mercat de la Boqueria) karışık meyve tabaklarından mutlaka tatmalı, değişik tropikal meyve sularından içerek dinlenme molası vermelisiniz. La Rambla boyunca epey eğlenceli bir yürüyüş geçireceğinizi garanti ediyorum. Gece eğlencesini sevenler için de La Rambla doğru adres olacaktır. Burası 24 saat hareketli bir cadde.
Caddenin sonunda sizi Colon dedikleri Kristof Kolomb Heykeli karşılayacak. Heykel Kolomb’un Amerika’yı keşfetmek için çıktığı rotayı gösteriyor. Hemen önünde de yola çıktığı yer olan Marina var zaten. Marina da çok modern estetik bir mimaride dizayn edilmiş. Ahşap yürüme yolundan devam edip adacık gibi oluşturulan kısma geçerseniz orada Mare Magnum içinde yer alan 3 boyutlu sinemaya veya akvaryuma girip eğlenebilir, alışveriş yapabilir ya da yemek yiyebilirsiniz. Denize bakarsanız koca koca balık sürülerini görürseniz hiç şaşırmayın. Çoğunlukla kefal olduğundan suyun üzerinden rahatça görülüyorlar, avlama yasağı nedeniyle o kadar üremiş ve büyümüşler ki insanın olta atası geliyor.
Geldiğimiz yolu geri dönersek La Rambla’nın diğer ucunda Katalan Meydanı yer alıyor. Koca bir alan; çevresi oturma yerleri, güvercin sürüleri ve heykellerle dolu. Meydanın çevresindeki heykeller iç savaş döneminde İspanyol Kralı Franco’nun baskısı karsısında bağımsızlıkları için mücadele savasına giren Katalanların kahramanlıklarını betimliyor. Meydanın her çıkışı ayrı bir merkeze yönlendiriyor aslında. Bir ucu Katedral’e ilerleyen caddeye yöneltiyor; yol boyunca alışveriş meraklıları için çeşit çeşit mağazalar var, özellikle markalı ürünlerin fiyatları için uygun diyebiliriz aslında. Bir diğer ucu şehrin en elit semtlerinden biri olan Passeig de Gracia tarafına yönlendiriyor.
Casa Battlo, Casa Amattler ve Casa Mila Passeig de Gracia üzerinde bulunuyor. Bir dönem zenginler arasında ‘kimin evi en güzel’ yarışı varmış adeta; o yüzden de şehir meşhur büyük mimar ve sanatçıların kişiye özel yaptığı evlerle dolu. Casa Battlo ve Casa Mila da Gaudi’nin zengin Battlo ve Mila aileleri için yaptığı evler aslında. Casa Battlo çok güzel olunca Amattler Ailesi de ona nispet hemen yanında başka bir ünlü mimara Casa Amattler’i yaptırmış. Hepsi de birbirinden güzel eserler. Bunların dışında neredeyse kentin her sokağında o dönemin zenginlerine ait harika evler görmeniz mümkün.
Gezilecek yerler bitmiyor. Katalan Meydanı’ndan yürüme mesafesinde olan Katedral’i ve biraz daha ilerideki Picasso Müzesi’ni gezebilir, UNESCO Kültür Mirası listesinde olan sanat şaheseri Musica Katalana binasını görebilir, sokak aralarında sempatik küçük yerel kafelerde kahvenizi içebilirsiniz.
Gelelim Plaza Espanya’ya… Bu meydana da çeşitli metro duraklarından Plaza Espanya hattını seçerek ulaşmanız çok kolay. Şehrin içinde metro ağı o kadar yaygın ve kullanışlı ki her yere hemen ulaşabiliyorsunuz. Plaza Espanya’da görülecek çok yer var. Mesela Miro Parkı; burada Joan Miro’nun görkemli bir heykeli ile karşılaşıyorsunuz. Sonra eski Arena; bugün alışveriş merkezi yapılmış durumda.
Veee işte karşınızda tarihi heybetli Parlamento Binası; şu anda MNAC müzesine ev sahipliği yapmakta. Parlamento Binası’na çıkan geniş merdivenlerin yanında su havuzları var, burası özellikle ağustos ayı akşamlarında çok güzel oluyor. Merdiven boyunca sular akıyor ve La Font Magica’da müzik eşliğinde rengarenk ışıklı su gösterileri yapılıyor. Harika bir görsel şölen gerçekten.
Parlamento’nun hemen yanından Mont Juic’e çıkan yol üzerinde sol tarafta koca ahşap kapılı girişi ile Poble Espanyol’a rastlarsınız. Buraya “Küçük İspanya” da denilebilir; sokak sokak gezip çok güzel vakit geçirebileceğiniz bir yer. İçeride neredeyse orijinal boyutta tipik İspanyol evleri, sokakları var. Poble Espanyol’den çıkıp Mont Juic’e doğru biraz daha tırmanırsanız Olimpiyat Stadı’na varıyorsunuz. Stat 1992’de yapılan Olimpiyat Oyunları’nda kullanılmış ama aslında tarihi taaa 1927’lere dayanıyor. Stadın önünde Olimpiyat kompleksi için oluşturulan bölümler de var (Park Olimpic). Bir de meşhur İspanyol mimar Kalatrava’nın imzasını taşıyan telekomünikasyon anteni, Telefonica. O kadar zarif ki ona anten olarak değil sanat eseri olarak bakabilirsiniz. Bu noktada Freddy Mercury’nin Olimpiyatların resmi müziği olan Barcelona şarkısını anmadan geçemiyorum. 🙂 Gerçekten enfes bir müzik idi. Stattan çıkıp daha da tırmanmayı göze alırsanız Montjuic Kalesi’ne varabilirsiniz ama ben size artık bir taksi tutmanızı öneririm. Kaleden aşağıdaki marinaya teleferik işliyor, aslında marina bölgesinden teleferikle de buraya çıkabilirsiniz. Tahmin edeceğiniz üzere manzarası çok güzel. Buradan tüm şehri kuşbakışı görebilirsiniz. O zamanın kralları nerelerde yaşamış merak edenler, kalenin içini gezebilirler. Tabii burası daha çok savunma amaçlı yapıldığı için içerisi saray gibi değil maalesef.
Buradan sonra Port Olimpic’i görebilirsiniz. Buranın yerleşim bölgesi olması Olimpiyatlar döneminde sporcuların kalması için yapılan lojman tarzı konukevleri ile başlamış. O konukevleri şimdilerde gayet şık ve pahalı rezidans tarzı daireler olarak kullanılıyor. Bölge de şehrin elit ve şık bölgelerinden biri olmuş zaten. Sahil tarafında İkiz Kuleler benzeri 2 gökdelen karşılıyor sizi. Bunlar aslında Mapfre adında bir sigorta şirketi için yapılmış. Gökdelenlerin hemen önünde meşhur İngiliz mimar Sir Norman Fosteryapısı olan ve güneşte altın gibi parladığı için Golden Fish denilen modern tarzda yapılmış kocaman bir metal balık heykeli (Peix) bulunuyor. Çevresinde restoranlar, kafeler, hotel, casino ve büyük bir plaj var. Özellikle yazın plaj olmasından dolayı çok hareketli bir bölge, cıvıl cıvıl ve kalabalık. İleride size göz kırpan Dubai’deki yelken otelin benzeri yapı W Otel, ünlü mimarlardan Riccardo Bofill tarafından yapılmış.
Bu bölgenin iç taraflarında büyük bir botanik parkı (Park Ciutadella) olduğunu da hemen belirteyim. İçinde Zooloji Müzesi, sandal kiralayıp gezebileceğiniz bir gölet, gerçek boyutlarında bir mamut heykeli ve heykellerle donatılmış çok güzel büyük bir havuz bulunuyor. Parkın yukarı kapısından çıkarsanız eskiden ‘zafer geçit kapısı’ olarak yapılmış Arc de Triomf ile karşılaşırsınız. O da tarihi bir yapıt, görülmesi gereken yerlerden biri.
Mimari açıdan yeni kurulan bölgelerin basında Forum ve çevresi geliyor. Bu bölgede dünyaca ünlü mimarların yapıtlarını görebilirsiniz. Londra’da bir benzeri bulunan ünlü mimar Jean Nouvelle’nin Torre Agbar yapıtı, Macba, Casa Camper ve Gas Natural binası mimari ile ilgilenen arkadaşların kaçırmaması gereken yapıtlardan.
Eğer vaktiniz yeterli ise, Barselona yakınlarındaki kasabaları da günübirlik turlara katılarak veya çok uygun fiyatlara tren bileti alıp gezebilirsiniz. Bunlar içinde Sidges hem tarihi yapısı, hem denizi, hem de gece eğlenceleri ile çok popüler bir kasaba. Birçok meşhur insanın evleri var burada. Sidges’e gitmek için yapmanız gereken; Barselona Sants İstasyonu’ndan Vilanovaistikametine giden trene binmek. Sidges’ten sonra yola devam edip Vilanova’yı da görmenizi tavsiye ederim. Vilanova çok eskiden Güney Amerika’dan gelen koloni halkı tarafından inşa edildiği için kolonyal mimariye sahip bir kasaba. Her ikisi de tarihi ortamları, sempatik dar sokakları, hediyelik butikleri, deniz restoranları ve plajlarıyla çok güzel bir gün geçirebileceğiniz yerler. Yine vaktiniz kalırsa ve eğlenceyi seviyorsanız, özellikle de çocuklarınızla seyahat ediyorsanız Tibidabo Dağı’nın tepesine yerleştirilen -bir nevi oranın Disneyland’ı diyebileceğimiz- Tibidabo Eğlence Parkı’na gidebilirsiniz. Burası girişte sabit bir ücret ödeyerek sabahtan akşama kadar hem küçükler hem büyükler için hazırlanmış oyuncaklara binerek eğlenceli bir gün geçirebileceğiniz bir tema parkı.
İspanyol mutfağı denince akla ilk tapas geliyor. Bunlar bizim mezelerimiz gibi çeşit çeşit küçük tabaklarda ikram edilen yemekler. Aparatif olarak da alabilirsiniz, birkaç çeşit birden seçip ana yemek olarak da. Tapas’lar için özellikle Tapa Tapa restoran zinciri denenebilir. Katalan mutfağında deniz ürünlerinin her türü çok fazla tüketiliyor ve yemeklerin çoğu deniz ürünleri üzerine. Fiyatlar da bizdeki balık restoranlarından çok daha ucuz diyebilirim. Bu yüzden deniz ürünlerini seviyorsanız burada bol bol yemelisiniz. Buraya özgü bacalao balığını veya büyük kalamar çeşidi olan sephia’yı deneyebilirsiniz. Yine buraya özgü yemeklerden paella’nın da deniz mahsullü olanını tavsiye ederim. Safranlı pilav içinde karidesinden, midyesine, ahtapotuna kadar her şey mevcut. Kafelerde İspanya’ya özgü bir tatlı olan churroz’u tatmanızı öneririm. Bizim tulumba tatlısının şurupsuz olanı gibi uzun şeritler halinde kızartılmış hamurlar düşünün ve yanında verilen sıcak eritilmiş çikolatanın enfes birlikteliğini… Churroz denilen bu kızartılmış hamurları erimiş çikolataya batırarak afiyetle yiyorsunuz. Katalanlara özgü crema Catalana diye de bir tatlı var, Fransızların krem karameline benziyor ve gayet başarılı yapıyorlar, o da denemeye değer.
Barselona bayanlar için bir alışveriş cenneti. Alışveriş tutkunları için tavsiye edebileceğim çeşit çeşit mekan ve marka var. Massimo Dutti, Zara, Mango, Stravidarious, Bershka gibi popüler İspanyol markalarının çoğu artık Türkiye’ye de geldi ancak burada fiyatları çok daha uygun. Neredeyse bütün semtlerde bu markalara ait mağazalar ile karşılaşabilirsiniz. Ama bunlar içinde bana göre en özel, en farklı olanı Desigual markası. Bu markanın bay/bayan tüm ürünleri kendine özgü, genellikle patchwork çalışılmış ürünler, gerçekten tüm markalardan farklı, adı da zaten benzersiz anlamında. Diğer markalara göre fiyatlar biraz yüksek ama güzel giyinmek ve farklı olmayı seviyorsanız değer.
Alışveriş merkezleri bizdeki kadar fazla değil, genellikle sokak üzerindeki butik ve mağazalar çoğunlukta. Şehrin tarihi yapısını bozmamak için AVM’ler genellikle şehir dışında Cornellia, Viladecans gibi merkezlerde yer alıyor. Bu AVM’lerden Grand Via 2 büyük bir kompleks. Yeni AVM’lerden Machinista ise son zamanlarda popüler. Outlet arıyorsanız; Gava kasabası yakınlarındaki Barnasud ve Casteldefels kasabasındaki Corte Ingles aklınızda olsun. Yine Castelldefels’de L’anac Blau ve Viladecans yakınlarındaki Alcampo de gezilebilir. Şehrin içinde görebileceğiniz en büyük mağazalar zinciri Corte Ingles. Burada çeşitli markalar bir arada satılıyor. Ben yine de büyük AVM’ler ya da mağazalar yerine sokak butiklerine bayılıyorum. Dar eski sokaklarda karşınıza çıkan sevimli yerel butiklerde trend ürünler bulmanız mümkün. Katalan Meydanı ve çevresi, Passeig de Gracia caddesi üzeri, Katedral çevresi ve ara sokakları böyle mağaza ve butiklerle dolu.
Barselona her yaştan, her kesimden insana kendini sevdirebilecek, mutlu edebilecek özel bir Avrupa şehridir. Barselona’da ne kadar zaman geçirirseniz geçirin, tadı damağınızda kalacak ve tekrar gelmek isteyeceksiniz.