Atina’da tarihin başlangıcı
Adını mitolojik tanrıça Athena’dan alan, eski çağlardan günümüze ulaşmış bir Avrupa şehridir Atina. Antik Yunan’dan kalan eserleri, mitolojik hikâyeleri ve savaşçı Bizans döneminden kalan mirası ile oldukça ilgi çekici bir kültür arenasıdır. Aynı zamanda 1821’e kadar Osmanlı toprağı olduğundan Osmanlı’dan izlere bolca rastlanan, insanları, yemekleri, iklimi ve doğası ile bize çok benzeyen, eğlenmeyi seven Helen torunlarının başşehridir. İstanbul’dan Türk Hava Yolları’nın tarifeli uçuşları ile yaklaşık 1,5 saat içinde varabileceğiniz kadar da yakınımızdadır.
Tarihe ilgisi olan gezginler için Atina adeta bir cennettir. Batı medeniyetinin bu topraklarda doğduğu söylenir. Eğer sonbahar mevsiminde Atina’yı ziyaret ettiyseniz, şehri gezerken her tarafta göreceğiniz portakal ağaçlarının görüntüsü ve kokusu sizi ayrıca cezbeder.
Gezilecek arkeolojik yerlerin başında tabii ki Akropolis gelir. Dünyanın en önemli tarihi miraslarından olan ve UNESCO’nun koruması altında bulunan Akropolis şehrin ortasındaki bir tepede kurulmuştur ve neredeyse Atina’nın her yerinden gözlemleyebileceğiniz bir konumdadır.
Akropolis’e çıkarken önce Akropolis Müzesi’ne uğramanızı, Yunan mitolojisi ve Antik Yunan’dan kalma eserler hakkında bilgi edinmenizi öneririm. Saat 15.00’a kadar açık olan müzeye giriş bileti 12.-EUR civarındadır.
Akropolis’in içinde yer alan en önemli eser Parthenon Tapınağı’dır. M.Ö. 5. yüzyılda koruyucu savaş tanrıçası Athena için yapılmış olan tapınağın çatısı ne yazık ki 1687’de Venediklilerin bombardımanı sonucu yıkılmıştır. Akropolis Müzesi’nde görülebilen Athena heykelinin eskiden Parthenon’da yer aldığı söylenir.
Erekhtheion da tanrıça Athena için yapılmış olan Akropolis’teki diğer bir tapınaktır. Tapınağın çevresinde Karyatit denilen kadın heykelleri bulunur. Eski taşlarla döşenmiş yollarda yürürken bir zamanlar Sokrates gibi insanların buralara ayak bastığını düşünerek mistik bir duyguya kapılabilirsiniz.
M.S. 2. yüzyılda yapımı tamamlanan Olympia Zeus Tapınağı Akropolis’in karşı tepeciğinde yer alır. Yunanistan’da görebileceğiniz en büyük tapınaktır. Çok eski yıllarda tapınağın içinde kocaman bir Zeus heykelinin yer aldığı, hatta Bizanslılar döneminde heykelin İstanbul’a – o zamanki adıyla Konstantinopolis’e- getirildiği ancak çıkan bir yangında yok olduğu anlatılır.
Akropolis yakınındaki Dionysos Tiyatrosu da önemli tarihi miraslardandır. On iki Olympos tanrısından biri olan Dionysos’a adanan tiyatro, M.Ö. 534’te bağ bozumu şenlikleri için yapılmış, Yunan trajedi ve komedyalarına sahne olmuştur. Antik tiyatro halen ayaktadır.
Antik Agora Atina’nın ilk ticaret yapılan merkezidir. Aynı zamanda o dönemde insanların sosyal alanı olan bölgedir. Bölgede yer alan, 2 giriş kapısı olan ve M.S. 1. yüzyılda yapılan Roman Agora belki de bugünkü alışveriş merkezlerinin ilk başlangıç yeridir. Yine bu bölgede bulunan 12m yüksekliğindeki “Rüzgarlar Kulesi” Horologoion, M.S. 48 yılında bir astronom tarafından yapılmıştır ve yapıldığı dönem için çok önemli bir eserdir. Kulenin üzerinde rüzgarların yönleri gösterilmiştir.
Antik zamanlarda inşa edilen, M.Ö. 329 yılında yenilenen ve Tanrıça Athena onuruna düzenlenen Panathenaik Oyunları’nda kullanılan Panathinaiko Stadyumu, 1896 yılında düzenlenen ilk Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmıştır. Yapıldığı dönemden bugüne kadar kullanılan tarihi stadyum Vasilius Olgas Caddesi üzerinde yer alır. En son 2004 Olimpiyatları’nda bazı müsabakalar burada gerçekleşmiştir.
Atina’nın tarihi eserleri saymakla bitmez. Şehirde uzun süre kalacaksanız tüm önemli tarihi eserleri görme şansınız olabilir ama kısa bir tatil için saydığım yerleri görüp biraz da günümüz Atina’sını keşfetmek için vakit ayırmanızı tavsiye ederim. Kenti sightseeing otobüs turları ile veya metro ile çok rahat gezebilirsiniz.
Atina’yı keşfetmeye şehrin en merkezi ve hareketli yeri olan Sintagma Meydanı’ndan başlamak doğru olacaktır. Meydana inerken 1800’lü yılların başında saray olarak yapılan Parlamento Binası’nı göreceksiniz. Binanın önündeki Meçhul Asker Anıtı’nın başında yerel kıyafetleri içindeki “Efsun” denilen Yunan askerleri nöbet tutar. Burada mutlaka biraz durun ve askerlerin her saat başı yaptıkları ilginç nöbet değişim törenlerini izleyin.
Sintagma Meydanı’ndan dümdüz aşağı doğru, sağlı sollu her iki yanı rengârenk mağazalarla dolu Ermou Caddesi üzerinden ilerleyince Monastiraki’ye ulaşılır.
Monastiraki Meydanı şehrin en turistik ve kalabalık noktalarından biridir. Buranın İstanbul’daki İstiklal Caddesi ile İzmir’deki Kemeraltı’na benzeyen bir havası vardır. Meydanın ortasında 17. yüzyılda yapılmış olan Pantanassa Kilisesi, çevresinde birçok taverna, restoran ve mağaza vardır. 1759’da Osmanlılar tarafından yapılmış olan Tsisdarakis Camisi de meydandaki önemli yapılardandır. İnşasında Zeus Tapınağı’ndan alınan bazı kolonların kullanıldığı söylenen ve şu anda Seramik Müzesi olarak hizmet veren caminin minaresi Yunan Bağımsızlık Savaşı sırasında yıkılmıştır. Monastiraki Meydanı’nda hafta sonları bitpazarı kurulur. İkinci el eşya ve antika meraklılarına duyurulur.
Monastiraki’den yürümeye devam ederseniz eskiden “tanrıların mekanı” denilen tarihi yerleşim alanı Plaka’ya varırsınız. Günümüzde burası hediyelik eşyacılar, kafe ve tavernaları ile meşhur turistik bir bölgedir. Sevdiklerinize çeşit çeşit hediyelikleri buradan alabilir, Akropolis manzaralı güzel bir restoranda yerel lezzetlerin tadına bakabilirsiniz.
Plaka’nın biraz ilerisinde bulunan ve Plaka’nın bir parçası sayılan, çiçeklendirilmiş tipik Yunan yapılarını görebileceğiniz Anafiotika da oldukça turistik bir yerleşim bölgesidir.
Şehirde görülmeye değer bölgelerden Kolonaki; şık apartmanları, kafe ve restoranları ile bizim Nişantaşı’na benzer. Burada bir kahve içip, yemeğinizi de Mikrolimano’da yemenizi öneririm.
Eski adı “Türk Limanı” olan Mikrolimano benim Atina’da en sevdiğim yerlerdendir. Küçücük limanın çevresi denize sıfır konumlanmış sempatik balıkçı restoranlarıyla doludur. Yunanlıların deniz ürünlerini ve balığı pişirmeyi çok iyi bildiklerini söyleyebilirim. Burada yediğimiz deniz çeşitlerinin hepsi harikaydı, fiyatları da oldukça makuldü.
Atina’dan ayrılmadan görmenizi önereceğim diğer mekanlar; Akropolis’i ve denize kadar tüm Atina’yı görebileceğiniz şehrin en yüksek noktası olan Lykavittos Tepesi ve eskiden savunma amaçlı kurulan Philopappos Tepesi’dir. Her iki tepenin de manzarası muhteşemdir. Buralara araba ile veya teleferikle çıkabilirsiniz. Lykavittos Tepesi’nde güzel manzaralı restoranlarda romantik bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.
Buraya kadar gelmişken “Pireaus” yani Pire Limanı’nı da mutlaka ziyaret edin. Atina’nın halen en önemli ticaret limanıdır; bütün yük gemileri ve yolcu gemileri bu büyük limandan kalkar. Pire Limanı çevresinde Agios Nikolaos Kilisesi ve Pire Bazilikası görülmeye değer tarihi yapılardandır.
Eğer Yunan yemeklerini tipik bir semt lokantasında uygun fiyatlarla denemek isterseniz de, Exarchia semtinde yer alan “Avli” adlı lokantayı bulun derim. Bu lokanta yerel halk arasında oldukça meşhur ve harika yemekleri ile hakkını fazlasıyla veren bir mekandır. Exarchia’ya metro ile Omnia durağından kolayca ulaşabilirsiniz. Gençlerin favori semtlerinden olan Exarchia’da duvar yazıları ve graffittiler ortama ayrı bir renk katar.
Gece eğlencesinin popüler adreslerinden biri Keramikos bölgesindeki Gazi semtidir. Birçok kafe, bar ve eğlence mekanlarının bulunduğu ve benim biraz gürültülü bulduğum semt, özellikle gençler arasında oldukça popülerdir.
Yunan yemeklerinin çoğu bizimkilere benzer. Yunanistan’a özgü bir çeşit şiş kebap olan Souvlaki, bizim dönerin Yunan versiyonu olan Gyros, bizim beyaz peynirimize benzeyen Feta peyniri, Egelilerin iyi bildiği Radika otu salatası, fava, ciğer sarma, yahni, bademli yeşil Kalamata zeytinleri, tütsülenmiş (füme) ve kurutulmuş tuzlanmış (salamura) balıkları, dolma, kaşarlı köfte, cacıki, enginari, kabaki ve kalamari menülerde karşınıza çıkacak lezzetlerdendir. Adları bile hemen hemen bizimkilerle aynı olduğundan hiç yabancılık çekmeyeceksiniz. Bu arada yemeğin üzerine tatlı olarak pudra şekerli yoğurt yemek de bir gelenektir. Kafelerin favori içeceği ise buzlu bir kahve çeşidi olan frappedir.
Alışverişe gelirsek; Yunanistan tekstil sanayisi gelişmiş bir ülke değildir; genelde tekstil ürünleri ithal edilir, fiyatlar da bize göre biraz daha pahalıdır. Bu nedenle kılık kıyafet alışverişini pek önermem. Ancak hediyelik eşyalar çok çeşitlidir. Yunanistan’a özgü bir tür tatlandırılmış damla sakızı macunu olan Mastika evinize dönerken almanızı tavsiye edeceğim bir lezzettir. Mastikayı dilerseniz marmelat gibi sade yiyebilir, dilerseniz de mis gibi sakız kokması için muhallebi, kek gibi yiyeceklerinize birer kaşık karıştırabilirsiniz. Türkiye’de de Ege Bölgesi’nde (özellikle Çeşme’de) daha şekerlisi ve sıvısı “sakız reçeli” adıyla yapılır. Atina’dan ayrıca mitolojik figürlü bir kahve takımı ve Yunan kahvesi alabilirsiniz. Yunan kahvesi bizim Türk kahvesine benzer, o da cezvede pişirilip fincanda ikram edilir. Aralarındaki en büyük fark Yunan kahvesinin telvesi yoktur, kahvenin tamamı erir. Evinizde frappe yapmak isterseniz marketlerde 10-15 Euro arasında fiyatlara satılan mini frappe el mikserlerinden temin edebilirsiniz. Bu alet sayesinde uzunca bir bardak içinde Nescafe ve sütü karıştırarak bol köpüklü buzlu bir frappe yapmanız çok kolaylaşır.
Atina’da çoğu tabela, levha ve sokak adları Yunan alfabesi ile yazılmıştır; sadece çok turistik yerlerin isimleri Latin harfleri ile İngilizceye çevrilmiş haldedir. Tabela ve sokak isimlerini okuyabilmek bazen gerçekten çok önemli olabildiğinden ziyaret öncesi Yunan alfabesinin en azından büyük harflerine aşina olmanız, okunuşlarını öğrenmeniz faydalı olacaktır.
Yunanistan’ın başkenti Atina her gidişinizde iyi ki gelmişim diyeceğiniz, tadı damağınızda kalacak lezzetler barındıran, tarihi zenginliği ve sıcak insanları ile güzel vakit geçirebileceğiniz, keşfedilmeye layık bir şehirdir.