Brüksel: Umduğumdan fazlası
Brüksel’in bu bürokratik etiketi uzun süre tatil planları yaparken onu göz ardı etmeme yol açtı. Ancak ilk ziyaretimde düşündüklerimin tamamen yanlış olduğunu gördüm ve bu harika şehre gitmek için bu kadar beklediğime üzüldüm. Şehri ve insanlarını o kadar sevdim ki, bir kez daha gezmeye gittim. Hatta en kısa zamanda tekrar gitmeyi istiyorum!
Nüfusu bir milyondan biraz daha fazla olan Brüksel, Flaman bölgesinde olmasına rağmen Valonların ağırlıklı yaşadığı bir şehirdir. Günlük hayatta Fransızca daha baskın olmasına rağmen resmi dil Fransızca ve Flamanca (Felemenkçe)’dir. Hemen her yerde iki dilli yapı karşınıza çıkar. Brüksel’in bu bürokratik yapısı ve sadece Avrupa içinden değil, dünyanın farklı yerlerinden göç alması kozmopolit bir yapıyı meydana getirmiştir. Bunun sonucu olarak yerel halk ve kamu çalışanları İngilizceyi iyi bir şekilde konuşurlar. Ayrıca Almanca da konuşulan diğer diller arasındadır.
Brüksel’in şehir meydanı Büyük Pazar (Grote Markt/Grand Place) Avrupa’nın en görkemli meydanlarından biridir. Şehrin en çok turist çeken bölgesi olan meydanda eski belediye binası ve şimdilerde müze olarak kullanılan kral köşkü en etkileyici mimari eserler arasındadır. Yaklaşık 700 yıllık geçmişi olan meydan UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndedir.
Brüksel’deki ilk yerleşim yerleri Büyük Pazar çevresinde kurulmaya başlamış. Büyük Pazar ve çevresindeki iki kilometrelik alan yüzyıllık büyüleyici mimariye sahip binalardan ve daracık taş sokaklardan oluşuyor. Brüksel’in kalbi sayılacak meydan ve çevresinde alışveriş yapabilir, farklı yerel lezzetlerin tadına bakabilir ve çevredeki müzeleri gezebilirsiniz.
Eski Belediye Binası’nın solundaki dar sokaktan girdiğinizde 14. yüzyılda Belçika’nın kurtuluşunda rol oynamış halk kahramanı Everard t’Serclaes’in bir heykelini göreceksiniz. Gerçeğinin restorasyonda olması nedeniyle yerine bir kopyası yerleştirilen heykelin dokunana şans getirdiği ve kişinin mutlaka Brüksel’e tekrar geleceği yönünde turistik efsaneler var.
Aynı sokaktan yürümeye devam ederseniz yaklaşık 1-2 dakika içinde meşhur işeyen çocuk heykeli Manneken Pis’e ulaşacaksınız. Bilinen isimlerinden biri Juilanske olan çocuğun oldukça uzun bir geçmişi var; hikayeler 12. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar uzanıyor. Çocuğun patlamak üzere olan bir bombayı söndürerek şehri kurtardığı yönünde de, soylu bir ailenin kaybolan çocuğu olduğuna dair de hikayeler anlatılıyor. Hangisine inanacağınız size kalmış; belki de hepsi uydurmadır, ortada sadece korkmuş bir çocuk vardır. Heykelin “Avrupa’nın en abartılmış turistik öğelerinden biri” olarak kabul edildiğini hatırlatalım.
Brüksel’in sevdiğim bir yanı da etkin bir ulaşım ağı olmasına rağmen yürüyerek tüm şehri gezebilmeniz. Eğer yürümeyi seviyorsanız herhangi bir ulaşım aracına gerek duymaksızın şehrin büyük bölümünü gezebilirsiniz. Hazır Manneken Pis’e gelmişken bir de şehre yukarıdan bakmak istemez misiniz? Tarih kokulu sokaklardan yukarıya doğru Adalet Sarayı’na doğru çıkabilirsiniz.
Adalet Sarayı açık ara Brüksel’in en görkemli binaları arasında yer alıyor. Ne yazık ki uzun süredir tadilatta olduğu için bu büyülü eseri doyasıya seyredemiyorsunuz ancak ilk gördüğünüz anda ihtişamı içinizi ürpertiyor. Hemen önündeki kayıp asker anıtı da görmeye değer. Adalet Sarayı önünden Brüksel manzarasını seyre daldığınızda şehir merkezinin birkaç modern bina dışında neredeyse tamamen aslına uygun olarak korunduğunu göreceksiniz.
Brüksel’de görülmesi gereken yapılardan birisi de şüphesiz ki Kraliyet Sarayı. Adalet Sarayı önündeki bulvardan yürüyerek Kraliyet Meydanı’na çıkabilirsiniz. Ancak yürümekten yorulursanız mola vermek için çok güzel bir tavsiyem var. Aynı bulvar üzerinde Sablon Meydanı’nda yer alan 15. yüzyılda Barok mimaride yapılan “The Church of Our Lady”i görecekseniz.
Hemen karşısında bulunan Sablon Bahçesi kısa bir mola vermek için oldukça ideal bir yer. Şehrin tam içinde yer alan bu minik parka girdiğinizde tuhaf bir şehirde şehir gürültüsü yerini kuşların cıvıltısına bırakıyor. Parkın ortasında göreceğiniz çeşme 16. yüzyıldaki İspanya işgali sırasında omuz omuza savaşan ve yakalandıktan sonra beraber Büyük Pazar’da idam edilen Kont Edgmont ve Kont Horne’un anısına yapılmış. Omuz omuza heykelleştirilen ikili sebebiyle zamanla “Edgmont ve Horne gibi beraber” olma deyimi dile girmiş.
Parkta ayrıca onlarca siyasi/askeri kişinin heykellerinin yanı sıra dönemin mesleklerini yansıtan heykeller de bulunuyor. Parkta kendinizi bir açık hava müzesinde hissedecek ve görsel bir şölen yaşayacaksınız.
Belçika 1900’lü yıllara kadar Avrupa savaşlarla çalkalanırken tarafsız kalmayı başarmış bir ülke. Kimi zaman savaşlarda işgal edilmiş olsa bile, bağımsızlık mücadelesi hariç taraf olduğu savaşlar oldukça az. Bunu hukuka duyulan saygıya bağlıyorum. Bu durum mimari yapılara bile yansımış durumda. Adalet Sarayı şehrin en hakim tepesine inşa edilip tüm şehrin üzerinde bir etkiye sahip durumdayken Kraliyet Sarayı, Adalet Sarayı yanında oldukça sade kalıyor. Bulvarın sonundan bile Adalet Sarayı’nın gölgesi Kraliyet Sarayı’na düşüyor gibi. Kral bile olsa hukukun üstünlüğünü göstermesi açısından güzel bir anekdot olarak not düşmek gerekir.
Kraliyet Sarayı’nın hemen önünden başlayan Brüksel Parkı şehrin en büyük yeşil alanlarının başında geliyor. Park tatilde bile yeşilden kopmak istemeyen ve sabah yürüyüşlerini sevenler için oldukça keyifli parkurlar sunuyor. Ayrıca şehrin merkez garının yakınındaki Kraliyet Kilisesi de görülmesi gereken yapılar arasında yer alıyor.
Brüksel’de daha gezip görecek çok yer var; Atomium bunlardan birisi. 1958 EXPO Fuarı için yapılan anıt bugün turistik bir çekim noktası haline gelmiş. Bilime ilgi duyanlar özellikle görmek isteyebilir.
Brüksel’de hangi mevsim olursa olsun yağmur eksik olmaz ve özellikle kışları havalar o kadar soğuk olurmuş ki Belçika çikolatasının bu kadar güzel olmasının sebebi yıl boyu kötü olan havalarmış. Hikayeye göre mutsuzluk yayan havalara çare olarak çikolata üretimine ağırlık verilmiş! Bu insanlık için ne kadar da güzel! Brüksel’de dolaşırken hemen her yerde çikolata satan dükkanlarla karşılaşacaksınız. Genelde çoklu paketler halinde hediyelik satılan çikolatalar daha ekonomik gözükse de lezzet açısından beklenileni veremeyebilir. Gerçek Belçika çikolatasını tatmak için şehrin hemen her yerinde bulunan butik çikolata dükkanlarını tercih etmenizi öneririm. Fiyat olarak diğerlerinden pahalı olsa da çikolatanın lezzetine paha biçileceğini düşünmüyorum. Bu arada unutmadan, Büyük Pazar’da, belediye binasının sağındaki sokakta bir çikolata müzesinin yer aldığını söylemiş miydim?
Bir başka Belçika mucizesi de kesinlikle waffle! Burada onlarca çeşit waffle yiyebilir, farklı şehirlerin waffle’lerini deneyerek en iyisini bulabilirsiniz. Brüksel’e has waffle dikdörtgen şeklinde, Liege ise standart her yerde göreceğiniz gibi. Tarifleri küçük farklılıklar içermekle beraber asıl farklılığı şu: Dünyanın geri kalanında waffle hamurları sıvıya yakın bir kıvama sahipken Brüksel’deki tarif mayalı hamurdan yapılıyor. Dolayısıyla hamurun tadı tatlıdan ziyade nötr, böylelikle çikolatayla olduğu kadar aynı karışımı peynir ile de tüketebiliyorlar.
Tatlı konusunda sadece çikolata ve waffle yok tabii ki. Büyük Pazar’ın arkasındaki meydanda yer alan “Galleries Royales St. Hubert”te birçok kafe bulacaksınız. Güzel bir kahve içmek ve yanında harika tartlar yemek için herhangi birine oturabilirsiniz. İki yanı dükkanlarla çevrili galeride butik çikolatacılar, oyuncakçılar, hediyelik eşya bulacağınız şirin dükkanlar ve bulacaksınız. Hemen girişte yer alan Arcadi Cafe’yi özellikle öneririm; akşam yemeği için de gidebilirsiniz.
Brüksel’in dünyanın her yerinden göç aldığını söylemiştim. Bu durum dünyanın tüm mutfaklarının da Brüksel’e göç ettiği anlamına geliyor. Brüksel’de Uzakdoğu restoranlarına, Yunan tavernalarına, Türk lokantalarına, İtalyan pizzacılara denk gelmeniz olası. Ayrıca kentin meşhur midye ve deniz ürünlerine de Büyük Pazar çevresindeki sokaklarda ulaşabilirsiniz. Deniz ürünleri ağırlıklı Belçika mutfağını denemeden dönmeyin.
Yemek için bir yere oturup zaman kaybetmek istemeyenler tabii ki kendilerini sokaklara atacaktır. “Hem Brüksel’i keşfetmeye devam edeyim, hem de karnımı doyurayım” diyorsanız sokak lezzetleri yardımınıza koşacak. Hemen hemen her köşede göreceğiniz dünyada nam salmış Belçika patates kızartmaları açlığınıza çare olacak. Üstüne dilerseniz “samurai” denilen bir sos döküyorlar, özellikle acıyı sevenler bu sosa bayılacak.
Kente turist çeken en önemli etkenlerin başında şüphesiz dünyaca ünlü Brüksel biraları geliyor. Brüksel’de hemen her yerde yüzlerce çeşit hediyelik ya da tadımlık biralar bulabilirsiniz. Belçika’da biracılık oldukça önemli bir yer tutuyor. Meyveli biradan, çikolatalı biraya birçok farklı çeşit bulabilirsiniz. Bununla beraber çoğu biranın kendine has bardağı mevcut, özellikle hediye düşünenler bu bardaklardan edinebilir.
Şehirdeki bira müzesini görme fırsatını bulamazsanız akşam dışarı çıkmak için size Delirium Cafe’yi öneririm. Büyük Pazar’dan birkaç dakika uzaklıkta olan Delirium tek başına bir bira müzesini andırıyor. Kafenin bünyesinde bulundurduğu çeşitli biralarla Guinness Rekorlar Kitabı’na girdiğini de hatırlatalım. Her turistin mutlaka uğradığı bu kafeyi görmek isteyebilirsiniz.
Tatilde de alışveriş tutkusundan vazgeçemeyenler için Brüksel’de birçok alternatif alışveriş noktası bulunuyor. Lüks marka tutkunları Adalet Sarayı yakınlarındaki Louise ve Waterloo bulvarında dünyaca ünlü markaları bulabilirler. Hemen yakınlarındaki Grand Sablon isimli meydan ve etrafındaki sokaklar sanatseverler için bir cenneti andırıyor. Her binanın altında bir sanat galerisi ya da eskici bulabilirsiniz. Sanat evlerinde tablolardan, antikalara kadar uzanan geniş bir portföy sunuluyor. Dükkanlarda 1950’lerden kalma bir oyuncağa da 300 yıllık yemek takımlarına da rastlayabilirisiniz. Ayrıca aynı sokakta ünlü Alman Taschen Yayınevi’nin bir şubesi de bulunuyor, meraklılara duyurulur! Unutmadan hafta sonları Grand Sablon’da antika pazarı kurulduğunu söylemiş miydim?
Daha ekonomik alışveriş arayanlar Büyük Pazar etrafındaki sokakları keşfedebilir ve Borsa binası civarındaki dükkanları gezebilir. Aynı bölge kafe ve restoranlara da ev sahipliği yapıyor ve özellikle akşamları canlı oluyor. Eğer ziyaretiniz kış ayına denk geliyorsa Ulusal Tiyatro Binası önüne kurulan buz pateni pistinde eğlenceli dakikalar geçirebilirsiniz!
Eğer çizgi romanlara ilgi duyuyorsanız Belçikalı çizerlerin elinden çıkan dünyaca ünlü kahramanları şehrin her yerinde olduğunu görecekseniz. Özellikle Tin Tin karakteri her yerde karşınıza çıkacak. Gerek hediyelik gerekse de kendiniz için güzel bir hediye alabilirsiniz. Eğer ilgiliyseniz Grand Sablon’daki Comics Cafe sizin için iyi bir tercih olabilir!
Tarihi dokunun korunduğu sokakları, mimari harikası binaları, müzeleri, waffle ve çikolatası, birası, çizgi romanları, sevimli kafeleri, yardımsever insanları, eğlenceli gece hayatı, sanat ve moda evleri, eskicileri, plakçıları ve oyuncakçılarıyla Brüksel sanılanın aksine hiç de bürokratik bir şehir görüntüsü çizmiyor. Bir tatilden beklenilen çoğu şeyi karşılıyor. Yürümeyi seviyorsanız hiçbir şey kaçırmadan saatlerce sokaklarda dolaşabilir ve ince ayrıntıları yakalayabilirisiniz. Bu güzel kent kesinlikle keşfedilmeyi hak ediyor! Benim kapıldığım ön yargıları bir kenara bırakıp en kısa zamanda Brüksel’i ziyaret etmenizi öneririm.