Çocuklarla Cape Town

0 49

Yola çıkmadan önce lokal bir acente ile iletişim kurup gerekli organizasyonu yaptık. Avrupa’da sorun olmaz ancak Cape Town gibi gezilecek yerler arası mesafelerin epey uzak olduğu bir şehirde bu tarz organizasyon destekleri, bizim gibi çocukları ile seyahat edenler için hayatı çok kolaylaştırıyor.

Yolculuk günü büyük bir heyecan ile havaalanına geldik. Seyahat tarihinde büyük oğlum 7, küçük oğlumsa 3,5 yaşındaydı. Seyahat için seçtiğimiz tarih “sömestr” gibi yoğun bir dönem olmadığından hiç zorluk çekmeden uçabildik.

Uçaktan indiğimizde rehberimiz tarafından karşılandık. Cape Town’a varışımız öğleden sonra 15.00’i bulduğundan direkt otelimize geçtik ve ertesi sabah erkenden buluşmak üzere sözleşerek ayrıldık.

Cape Town’un ünlü alışveriş mekanları ve restoranlarının bulunduğu Waterfront’a çok yakın bir konumda olan otelimize yerleşir yerleşmez, hemen kendimizi bir taksiye atıp limanı görmek ve yemek yemek üzere Waterfront’a gittik. Gittiğimizde gördük ki Waterfront sadece alışveriş ve yemek için tercih nedeni değil; limanda Cape Town’un koylarını veya Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela’nın da uzun seneler hapis yattığı Rodden Island’ı ziyaret edebileceğiniz gezi tekneleri, cesur yürekler için “köpek balığı kafes dalışı” turları da mevcut. Elbette bizde o cesaret mevcut değildi. 🙂

Cape Town’a gelmeden önce bize bahsedilen o eşsiz deniz ürünlerinin tadına bakmak için bir restorana daldık. Toplamda 4 kişi olmamıza rağmen sipariş ettiğimiz şeylerin çokluğu karşısında servis elemanının yüzünü görmenizi isterdim. Keyif içinde o kocaman kalamarları, gerçek anlamda “jumbo” karidesleri, kaburgayı, kocaman pirzolayı – evet evet, hem deniz hem de et ürünlerini karışık yedik 🙂 – nasıl bir zevkle tükettik anlatamam. Lezzetler eşliğinde adeta kendimizden geçtik! Yemek sonrası biraz dolaştıktan sonra yine taksiye binerek otelimize döndük. Gideceğiniz mesafe yakın olsa da özellikle akşam saatlerinde güvenlik açısından taksi ile ulaşım sağlamanızı öneririm.

Sabah otelde aldığımız kahvaltının ardından rehberimiz bizi alarak turumuzun başlangıç noktasına doğru yola çıkarttı. Hava yaklaşık 18-20 derece olmasına rağmen sabahın erken saatleri olduğundan oldukça sis vardı. Yaklaşık 30 dakikalık bir araba yolculuğu sonrası Boulders Beach / Fok Adası’na gitmek üzere limana vardık; buradan biletlerimizi alarak tekneye binip denize açıldık.

Fok Adası’na yaklaştıkça (aslında o ada denilen şey büyükçe bir kaya parçasıymış) bizim ufak beylerin heyecanı – Düşünsenize, bu kadar yıl sadece TV’deki belgesellerde gördükleri fokları yakından göreceklerdi! – giderek çoğaldı. 🙂

Fokları yakından görmenin haklı gururu ile limana geri döndüğümüzde bizi (ve diğer tekneleri) Afrika müzikleri yapan bir grup karşıladı. Müzikler eşliğinde dans ettik.

Veee, sonraki durağımız olan Afrika penguenlerini görmek üzere tekrar yola çıktık. Afrika penguenleri akrabaları olan diğer penguenlerden boy olarak küçükler; maksimum 30-40 cm’ye kadar uzuyorlarmış ve adeta eşek gibi anırdıkları için yöre halkı tarafından bu penguenlere  “eşek penguenleri” deniliyormuş.

Burada, arkamıza penguenleri alarak ailecek aynı fotoğraf karesine girebilmek elbette çok güzeldi. 🙂

Penguenlerden ayrılarak herkesin hayatında en az bir kez görmesi gereken, Güney Afrika’nın en güney ucu olarak bilinen Ümit Burnu’na doğru yola çıktık (Aslında Cape Town kıtanın en güneybatı noktası, en güney nokta Cape Town’a 160 km uzaklıktaki Cape Agulgas).

Bir babun sürüsünün yolumuzu kesmesi ile onları da fotoğraflama fırsatı bulduk ancak güvenliğimiz için camları asla açmamamız konusunda rehberimiz tarafından uyarıldık.

Ümit Burnu’nun tek restoranında yine enfesss yemekler tattık, füniküler sisteme binip yukardaki fenere tırmandık. Muhteşem deniz manzarasını seyrettik ve o “klasik poz”u verdik. Hint Okyanusu ile Atlas Okyanusu’nun birleştiği noktada ve karşımızda dev dalgalar ile çocuklar gibi şendik! 🙂

Okyanusların birleşimine de şahitlik etmenin ardından yine çocuklarımızın çokkkk keyif aldığı “renkli taşlar” mağazasını ziyaret etmek ve taş toplamak üzere yola çıktık. Burası küçük olsa da, içeri girerken ücret karşılığı elinize aldığınız plastik torbalara bahçedeki taş havuzundan doldurabildiğiniz kadar renkli taş doldurmak çocukların çok hoşuna gitmişti.

Veeee ilk gün turumuz yine Waterfront’ta yediğimiz nefisssss bir akşam yemeği ile son buldu.

İkinci gün Table Mountain-Masa Dağı’na gitmek üzere yola çıktık. Masa Dağı; üzerinin dümdüz olması nedeni ile gerçekten bir masayı andırıyor. Dağ, 1086 metre yüksekliğinde ve zirveye zemini 360 derece dönen 30-40 kişi kapasiteli bir teleferik vasıtası ile çıkılıyor. Buradan göz alabildiğine Cape Town’u seyretmek çok keyifli.

Masa Dağı ziyaretinin ardından çocukların dört gözle beklediği Drakenstein Aslan Parkı’na doğru gitmek üzere yola çıktık.

Paarl yakınlarındaki parka girdiğimizde; gerek aslanların rahatsız olmaması, gerekse kendi güvenliğimiz için sessiz konuşmamız, asla koşmamamız ve aslanlara kesinlikle ıslık çalmamamız konusunda uyarıldık. Islık özellikle çok önemli, aksi takdirde bizim onları ‘yemek’ için çağırdığımızı sanıp koşarak çitlere doğru geliyorlar ki bu durum maalesef başka bir ziyaretçi grubundan bir çocuğun ıslık çalması sonucu tecrübe ile sabit oldu!

Aslan Parkı ziyaretimiz sonrası soluğu Çita Parkı’nda aldık. Çitalar dünyanın en hızlı koşan hayvanlarıymış, saatteki hızları 120 km’ye kadar çıkabiliyormuş. Parkta dilerseniz ufak bir ücret (bağış) karşılığı çitaların yanına girip onlar ile resim çektirebiliyorsunuz.

Çita Parkı ziyareti sonrası çocuklarında arabada yorgunluktan sızmasını fırsat bilerek ‘şarap tadımı’ için Stellenbosch’a gittik. Yılın neredeyse her günü güneş alması ve farklı toprak çeşitlerinin olması nedeni ile ülkedeki üzüm bağlarının oldukça verimli olduğunu ve şarap tutkunlarının sırf bu sebep ile Cape Town’a turlar düzenlediklerini öğrendik. Burada şaraplar hakkında kısa bilgilendirme sonrası şarap tadımı yapıp beğendiğiniz şarabı satın alabiliyorsunuz.

İkinci gün turunun da bitmesinin ardından akşam yemeğinde yine kendimizi o eşsiz lezzetlere bırakıp midemize bayram ettirdik.

Ertesi gün Cape Town’daki son günümüz olması nedeni ile yine güne erken başladık. Bu sefer kendi turumuzu kendimiz yapmak üzere plan yapmıştık. Hemen bir taksiye binerek Waterfront yakınlarındaki Two Oceans Aquarium’a gitmek üzere yola çıktık. Her çocuk gibi bizim beyler de akvaryumu gezerken kendilerinden geçtiler. Buraya erken saatlerde gelirseniz (sabah 11.00 gibi) fazla kalabalığa kalmadan rahatça vakit geçirebiliyorsunuz.

Penguenlerin olduğu bölümde günün belirli saatlerinde kukla gösterisi yapılıyor. Biz de tesadüfen oradaydık, kukla gösterisi İngilizce olmasına rağmen çocukların çok eğlendikleri gülüşlerinden belliydi. 🙂

Burada tekrar penguenler ile karşılaşıp 2 gün önce doğal yaşamda gördüğümüz penguen kardeşlerinin selamlarını da iletmeyi ihmal etmedik elbet. 🙂

Akvaryumdan ayrılarak yakınlardaki başka bir alışveriş merkezinden Güney Afrika’yı bize hatırlatacak ufak şeyler ve bazı hediyelik eşyalar aldıktan sonra otele döndük ve valizlerimizi alarak havaalanına hareket ettik.

Hafızalarımızda eşek penguenleri, Masa Dağı, Ümit Burnu, aslanlar, çitalar, akvaryum, elbette “jumbo karidesler” ve başka bir sürü güzel anı ile İstanbul’a doğru havalandık…

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.