İmparatorluk başkenti: Berlin
Berlin’i gezerken Nazi Almanyası’ndan kalan savaş izlerini görmemek, Berlin duvarının yapılmasıyla çekilen acıları hissetmemek mümkün değil.
Bir zamanların “İmparatorluk Başkenti” Berlin, 2. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesiyle müttefik devletlerin (ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği) yönetimine girmiştir. Ülkenin ikiye bölünmesinden sonraki dönemde (1949-1990) “Batı Almanya” olarak anılan Almanya Federal Cumhuriyeti’nin başkenti Bonn, “Doğu Almanya” olarak bilinen Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (ADC) başkenti ise Berlin olmuştur. Batılı müttefikler ve Sovyetler Birliği arasındaki anlaşmazlıklar ve Doğu Almanya’nın Batı’ya kaçışları engellemek istemesi sonucu 1961 yılında nehir boyunca Berlin Duvarı örülerek şehir doğu ve batı olarak ikiye bölünmüştür. Duvarın örülmesinden sonra kimsenin diğer tarafa geçmesine izin verilmemesi birçok insanın 28 yıl boyunca ailelerinden ve sevdiklerinden ayrı kalmasına yol açmıştır. Özellikle Doğu Berlin’de yaşayan insanların bu katı yönetimden kaçıp sevdiklerine kavuşmak için kaçak yollardan nehri geçerek Batı Berlin’e girmeye çalışmaları birçok filme konu olmuş, yaşanmış hazin hikayeler olarak tarihte yerini almıştır. Doğu Berlin’de halk komünist rejimin etkisiyle katı ve fakir bir yaşam sürerken, Batı Berlin teknoloji ve zenginliği ile Avrupa’nın en modern şehirlerinden biri haline gelmiştir. Batı’da “Utanç Duvarı” olarak anılan Berlin Duvarı’nın 1989 senesinde yıkılmasıyla şehir tekrar birleşmiş ve Berlin yeniden Almanya Federal Cumhuriyeti’nin başkenti olarak belirlenmiştir.
Berlin tarihi zenginliği ve öneminin yanı sıra ticari açıdan da çok gelişmiş bir yer olduğundan pek çok ülkeden buraya çalışmak ve yaşamak için gelen göçmenle dolu, büyük ve kalabalık önemli bir Avrupa kültür şehridir. Yurtdışında da Türklerin en yoğun yaşadığı kenttir. Özellikle duvarın parçalanmasından sonra yeni yeni yapılanmaya başlanan ve tarihi bakımdan oldukça iyi korunan Doğu Berlin’de çok fazla gezilecek yer bulunmaktadır.
Berlin’de görülmesi gereken yerler
Şehrin batı yakasında yer alan, yoğun Türk nüfusu nedeniyle “Küçük İstanbul” olarak adlandırılan Kreuzberg semti eskiden bir Türk göçmen mahallesi gibi görünse de artık çok daha fazlasını vadediyor. Türk restoranları, pazarları, sanat galerileri, alışveriş yerleri ve eğlence yerleriyle son yıllarda Berlin’in en hareketli ve entelektüel semtlerinden biri haline gelen Kreuzberg, farklı alternatifleriyle hem gündüz hem de gece gezip güzel vakit geçirebileceğiniz, kendinizi Türkiye’de hissedebileceğiniz oldukça hareketli bir yer olup, halen 200.000 kadar Türk yaşadığı söylenmektedir.
Pariser Platz’da yer alan, Brandenburg Kapısı (Brandenburger Tor) 18. yüzyılda yapılmış, bir zamanlar askeri geçit törenlerine sahne olmuş, tarihi öneme sahip bir eserdir. Üzerinde 4 atlı savaş arabasıyla betimlenmiş “Kanatlı Zafer” heykeli bulunan kapı, Berlin Duvarı’nın inşasından sonra Tarafsız Bölge’de kalmış, bugünse Berlin’in yeniden kurulan birliğinin simgesi haline gelmiştir. Çevresinde Amerikan ve Fransız konsoloslukları, sanat akademisi, Kennedy Müzesi ile hemen yanında hükümet binası olan Reichstag yer almaktadır.
Birleşik Almanya’nın parlamenter demokrasiye geri dönüşünü temsil eden Reichstag merdivenli büyük cam kubbesi ile mimari olarak görülmesi gereken önemli bir Lord Norman Foster yapıtıdır. Burayı gezmek için mutlaka birkaç gün önce internet sitesinden randevu almanız gerekiyor.
Brandenburg Kapısı’ndan dümdüz ilerlerseniz her 2 tarafı yemyeşil Tiergarten Parkı ile çevrili güzel bulvarda önce kubbeli çatısıyla Haus der Kulturen der Welt kuruluşunun ana binası dikkatinizi çeker. Mimar Hugh Stubbins Jr. tarafından 1957’de tasarlanan ve zamanının önemli yapıtlarından olan bina dünya kültür merkezi, aynı zamanda da kongre sarayıdır.
Yolun sonunda ise Berlin Zafer Sütunu (Siegessäule) ile karşılaşırsınız. Tarihi sütun üzerine 1906 yılında Kraliçe Victoria’nın anısına 8.3m yüksekliğindeki “Victoria Heykeli” eklenmiştir.
Victoria Anıtı’nın yan sırasında Almanya Cumhurbaşkanı’nın resmi adresi Bellevue Sarayı’nı (Schloss Bellevue) görebilir, saraya karşı bahçede oturup dinlenebilirsiniz. Spree Nehri’nin yanında 1789 yılında inşa edilen sarayın Almanya’nın ilk Neo-klasik yapısı olduğu söyleniyor.
Brandenburg Kapısı’nın bir diğer yanından Potsdamer tarafına yürüdüğünüzde ise en ilginç anıtlardan biri olan Holokost Anıtı’nı (Holocaust-Mahmmal) görebilirsiniz. Burası 2. Dünya Savaşı’nda katledilen Avrupalı Yahudiler anısına mimar Peter Eisenman ve Buro Happold tarafından tasarlanıp 2005’te açılmış, uzunlu kısalı 2.711 beton bloktan oluşan bir anıt parktır. Ayrıca anıt parkın içinde gezebileceğiniz küçük bir gösterim müzesi de yer alıyor.
Şehrin en merkezi yerlerinden olan Potsdamer Platz işyerleri ve alışveriş merkezleri ile çok renkli bir meydandır. Bu bölgede etrafı saran çeşitli renklerde boyanmış borular göreceksiniz. Önceleri bunların bir açık hava sanat tasarımı olduğunu düşünsek de sonradan inşaatlara su taşımak ve kirli suyu atmak amaçlı kurulduğunu, ancak çevrede çirkin görüntü yaratmaması için eğlenceli renklere boyandıklarını öğrendiğimizde çok şaşırmıştık doğrusu.
Bu çevrede gezilebilecek mekanlar arasında; ilginç tasarımıyla dev bir çadırı andıran Sony Center, Berlin Film Müzesi, Berlin Filarmoni Orkestrası Binası, Daimler Kompleksi sayılabilir.
Batı Berlin’in ana caddesi pozisyonundaki 3,5km’lik Kurfürstendamm, kısaca Ku’damm olarak anılır. Çağdaş bir görünüm sergileyen cadde; mağazaları, kafeleri, sokak gösterileri yapan sanatçıları ve müzisyenleri ile şehrin popüler caddeleri arasındadır.
Caddenin bir ucunda, kentin sembollerinden olan Kaiser-Wilhelm Anıt Kilisesi (Kaiser-Wilhelm Gedächtniskirche) yer alır. 1800’lü yılların sonunda yapılan kilise 2. Dünya Savaşı sırasında bombalanarak yıkılmış ve Berlinliler için oldukça önemli bir simge haline gelmiştir.
1960’larda inşa edilen ve o dönemin en gözde mekanlarından biri olan Europa Center içindeki mağazaları, sinema salonları ile hala 24 saat hizmet vermektedir. Merkezin girişindeki Dünya Çeşmesi, binanın içinde ise Lotus Çeşmesi ve uzun tüplerin içindeki renkli sıvılarla bir barometre gibi çalışan ilginç saat görülmeye değer. Ayrıca 20. katta bulunan Berlin Pencereleri’nden muazzam şehir manzarasını izleyebilirsiniz.
Avrupa’nın en büyük lüks alışveriş merkezlerinden biri olan meşhur KaDeWe (Kaufhaus des Westens) de bu bölgede yer alıyor. Kurulduğu 1907 yılından beri neredeyse bir anıt niteliğinde olan KaDeWe yalnızca alışveriş meraklılarının değil, gezgin gurmelerin de mutlaka uğraması gereken bir mekandır.
Özellikle çocuğunuz ile seyahat ediyorsanız Ku’damm yakınlarındaki dünyanın en büyük hayvanat bahçelerinden biri olan Zoologischer Garten’i atlamayın. 1841 yılında açılan, Almanya’nın en eski hayvanat bahçesi, sizi girişindeki fil heykelleri ile karşılar.
Biraz yeşillik, güzel bahçeler görmek isterseniz Charlottenburg semtinde yer alan ve ziyarete açık olan Charlottenburg Sarayı’na (Schloss Charlottenburg) gitmenizi tavsiye ederim. On yedinci yüzyıl soylularından Sophie Charlotte kocaman bir bahçenin içinde muhteşem bir saray yaptırmış. Bahçesinde, içinde kuğular ördekler yüzen küçük bir gölet de bulunuyor. Berlin içindeki bir diğer yeşil alan olan Tiergarten Park’ta da bir gezinti yapabilirsiniz. Dünyanın en büyük şehir parklarından biri, aynı zamanda bir mesire yeri olarak da kullanılıyor.
Berlin’in modern yüzünü görebileceğiniz en şık caddesi Friedrichstraße diyebilirim. Burası bizim İstanbul’daki Bağdat Caddesi’ne benzeyen; her 2 tarafı lüks alışveriş merkezleri, mağazalar, kafe ve restoranlarla dolu geniş uzun bir caddedir. Cadde üzerinde, lüks mağazaları ile ünlü Lafayette alışveriş merkezinin, dünyaca meşhur mimar Jean Nouvel tarafından tasarlanmış olan bir şubesi de var. Caddeyi gezerken Almanya’nın önemli gösteri merkezlerinden olan tarihi Friedrichstadt-Palast’a göz atabilir, aşağılara doğru yürürseniz de Checkpoint Charlie’ye varabilirsiniz.
Berlin’de mutlaka görmeniz gereken yerlerden olan Checkpoint Charlie bir zamanlar Doğu ile Batı Berlin arasında Amerikan ve Sovyet askerlerinin bulunduğu sınır geçiş bölgesiymiş. Amerikan bölgesi olarak geçen batı tarafından çıkış noktasında “Amerikan bölgesini terk ediyorsunuz” yazan tabelası halen durmaktadır. Burada o zamanki Berlin’i anlatan ve doğudan batıya geçmeye çalışan insanların gerçek yöntem ve hikayelerinin tasvir edilip anlatıldığı “Museum Haus am Checkpoint Charlie” adlı bir müze de bulunuyor. Müzeyi gezerken insanların kendilerini o zamanki arabaların koltuklarına monte ettirmesi gibi çok enteresan yöntemleri denediğini dehşete kapılarak öğreniyorsunuz. Duvar kalıntılarından bir kısmı da halen bu bölgede durmaktadır. Duvardan koparılan küçük parçalar günümüzde turistik anı objesi olarak satılmaktadır.
Checkpoint Charlie’den ilerlediğinizde Terör Müzesi’nin (Topographie des Terrors) açık hava fotoğraf sergisini gezebilirsiniz.
Berlin duvarının bugüne kadar yıkılmamış en uzun parçası gerek kötü bir ibret anıtı olarak gerekse turistik olarak korunmakta ve sergilenmektedir. Şimdilerde Barış Anıtı olarak adlandırılan bu duvarı görmek isterseniz “East Side Gallery” olarak geçen yere gidip duvar boyunca bir yürüyüş yapmanızı öneririm. Duvarın üzerinde özellikle doğu yüzünde yer alan her biri adete sanat eseri gibi olan batı tarafına ve özgürlüğe özlemi içeren grafitiler halen korunmaktadır.
Buraya giderken Spree Nehri üzerinden geçen tarihi tren köprüsü Oberbaumbrücke görülmesi gereken bir yapıttır. Köprü ilk olarak 1871’de ahşap olarak inşa edilmiş; iki yanındaki kırmızı kiremitten kulesi ile çok estetik bir eser.
Berlin Mitte bölgesinde yer alan; etrafı kanallarla çevrili; Berlin Katedrali, Mısır Müzesi, Klasik Antik Çağlar Müzesi ve ünlü Bergama Tapınağı’nın bulunduğu Bergama Arkeoloji Müzesi’ni (Pergamonmuseum) de içine alan bölgeye Müzeler Adası deniliyor. Burası 1999’da Dünya Miras Listesi’ne girmiş olup, bu bölgeden gerisi eski Doğu Berlin olarak geçmektedir.
Özellikle bizim için büyük önemi olan Bergama Müzesi’ni zaman ayırıp mutlaka gezin. O devasa heykellerin, sütunların nasıl Berlin’e kadar getirilebildiğine hayret edeceksiniz. 15. yüzyılda yapılmış Berlin Katedrali (Berliner Dom), burada yer alan en önemli Protestan katedralidir.
Müzeler Adası’nı gezdikten sonra Karl Marx ve Friedrich Engels anısına yaratılan Karl Marx Allee denilen anıtsal caddede gezebilir ve biraz ilerisindeki meydanın ortasında güzelliği ile dikkati çeken Neptün Çeşmesi’ni görebilirsiniz. Çeşme 1891 yılında yapılmış. Roma Tanrısı Neptün’ün çevresinde Almanya’nın dört büyük nehri olan Elbe, Ren, Vistula ve Oder’i temsil eden kadın heykelleri yer alıyor.
Çeşmenin önünde kırmızı rengi ile dikkati çeken bir Rönesans yapıtı olan Rotes Rathaus yani “Kırmızı renkli Belediye Eyalet Meclisi”ni göreceksiniz.
Çeşmenin arkasında ise doğu Berlin’in sembolü haline gelmiş, 1965’te Doğu Berlinli mimarlar tarafından yapılmış, halen Almanya’nın en yüksek yapısı olan 368m yüksekliğindeki Televizyon Kulesi (Berliner Fernsehturm) yer almaktadır. Bu kuleye bilet alıp çıkabilir, 360 derece Berlin manzarası izleyip restoranında yemek yiyebilirsiniz.
TV Kulesi’ni geçince Alexandreplatz denilen meydana ulaşırsınız. Burası Mitte bölgesinin en önemli meydanlarından biridir, meydanda yer alan dünya saati ilgi çekicidir. Burada hemen her ırktan insanı birarada görebilir, sokak sanatçıları ve müzisyenleri izleyip, alışveriş merkezlerinde alışveriş yapabilirsiniz. Alexanderplatz özellikle gençlerin en önemli buluşma yeridir. Burası eskiden Doğu Berlin içinde kaldığından adını Rus Çarı I. Alexander’den almış.
Berlin’de gezilecek yerler bitmiyor… 1936’da Berlin Olimpiyatları için inşa edilen, Hitler diktatörlüğünün heybetini yansıtan ve şehir merkezinden biraz uzakta yer alan Berlin Olimpiyat Stadyumu (Olympiastadion), Eski Ulusal Sanat Müzesi (Alte Nationalgalerie), ünlülerin balmumundan heykellerinin bulunduğu Madame Tussauds Müzesi, Yahudi Müzesi (Jüdisches Museum), Jandarmalar Meydanı (Gendarmenmarkt), Başbakanlık (Bundeskanzleramt), estetik modern mimarisi ile dikkat çeken Berlin’in merkez tren istasyonu Hauptbahnhof, gece eğlencelerinin doğru adresi Oranienburger Straße, muhteşem bakım ve güzellikteki tarihi Potsdam şehri de görülmesi gereken yerler listesine eklenmelidir.
Berlin Avrupa’da tarihi önemi büyük olan, günümüzde de önemli kültür merkezlerinden biri olarak ve her yerde göreceğiniz Türkler ile kendinizi hiç yabancı hissetmeyeceğiniz, en az 1 haftanızı ayırmanız gerekecek güzel ve keyifli bir seyahat olacaktır.