Kuzeyin Venedik’i: Amsterdam
Amsterdam’a ilk gelişim yıllar evvel çocuk yaşlarda olduğu için bu şehirle ilgili hatırımda kalan pek bir şey yok. Onun için sanki ilk kez geliyormuş gibi merak içerisindeyim.
Schiphol Havalimanı’na indikten sonra şehre giden trene atlayıp maceramıza başlıyoruz. Yolculuğumuz 20dk sürüyor. Aralık ayının son günleri olmasına rağmen dışarıda günlük güneşlik bir hava görünce çok seviniyorum ama sevincim çok uzun sürmüyor, çünkü istasyondan çıkar çıkmaz dondurucu bir soğukla karşılaşıyoruz. Kanalların etkisi olan nem, soğuğun etkisini katlıyor ve insanın kemiklerini titretiyor. Şehir içinde mesafeler yakın olduğu için otelimize taksiyle gitmeye karar veriyoruz. Tamam, biraz da ısınmak için olduğunu itiraf ediyorum.
Otelimiz şehirdeki 1200 civarı kanaldan birinin kenarında. Yerleşir yerleşmez şehrin en ünlü meydanı olan Dam Square’ye doğru yola çıkıyoruz. Kentin kaldırım taşı döşeli sokakları, ufacık evleri ve kanalların oluşturduğu tablo içimizi ısıtıyor.
Etrafta yayadan çok bisikletli gördüğünüzde şaşırmayın. Amsterdam dünyanın bisiklet kullanımı en yaygın şehirlerinden. Yürürken yanlışlıkla bisiklet yoluna girmeye kalkışırsanız hemen ikaz ediliyorsunuz. Şehri yürüyerek çok keyifle gezebileceğiniz gibi bisiklet de kiralayabilirsiniz. Yalnız bisikletinizi kilitlemeyi sakın unutmayın. Amsterdam bisiklet hırsızlığında da dünyada ilk sıralarda yer alıyor.
Otelden Dam Meydanı’na yürüyene kadar donuyoruz. Meydan Kraliyet Sarayı, Yeni Kilise ve Madame Tussauds Müzesi gibi binalara ev sahipliği yapıyor. Madame Tussauds Müzesi’ni daha önce Londra’da gezme şansı bulduğumuz için girmek pek cazip gelmiyor. Meydanda biraz takılıp kahve ve ısınma molası vermek üzere bir kafeye giriyoruz. Hava bu kadar soğuk olunca insanda dolaşacak motivasyon da pek kalmıyor açıkçası.
Biraz ısındıktan sonra şehrin en işlek alışveriş caddelerinden biri olan Kalverstraat’a gitmeye karar veriyoruz. Elimizde bir sokak satıcısından aldığımız enfes patates kızartmalarını yiyerek bu keyifli caddede biraz turluyoruz. Gece, Amsterdam’ın turistleri pek çok farklı sebeple en çok çeken bölgesi Red Light District’e gitme planımız var. Bu yüzden kanalların süslediği, tablo gibi sokaklardan yürüyerek otelimize dönüyoruz.
Şehrin en eski bölgelerinden olan Red Light District, herhalde Amsterdam’ın en renkli bölgesi. Kanalların kenarında sıralanan pek çok kafe ve barın yanı sıra, ilk görüşte insana tuhaf gelebilecek fakat yerliler için olağanlaşmış farklı manzaralara rastlayabiliyorsunuz. Geceyi çok uzatmadan otele dönüyoruz, sabaha planlarımız var.
Ertesi sabah ilk iş rengarenk lalelerle süslü Çiçek Pazarı’na gidiyoruz. Lale mevsimi olmamasına rağmen gördüğüm çeşitlilik beni biraz şaşırtıyor. Pazarda keyifle gezebileceğiniz gibi, hediyelik lale soğanı da alabilirsiniz. Osmanlı döneminde bu ülkeye hediye edilen lalenin, artık Hollanda’dan ithal edilmesi biraz üzücü tabii…
Bu konuya çok takılmadan bu güneşli günü kanallarda bir gezinti yaparak devam ettirmeye karar veriyoruz. Kanal gezisi yapabileceğiniz pek çok tur var. Hangisini seçerseniz seçin, Amsterdam’dan kanal gezisi yapmadan dönmeyin. Şehri su üzerinden görmek için çok güzel bir fırsat.
Turun ardından, meşhur “I amsterdam” yazısının bulunduğu Museumplein’e gidiyoruz. Burası aynı zamanda Amsterdam’ın müzeler bölgesi. Zamanınız varsa Rijksmuseum veya Van Gogh Museum gibi dünya çapında meşhur müzeleri gezebilirsiniz.
Vakit tahminimizden çabuk geçiyor. Görmek istediğimiz meydanlardan Leidseplein, sonraki durağımız. Ortasından tramvay geçen, cıvıl cıvıl bir cadde olan Leidsestraat’ta geze geze meydana ulaşıyor ve burada yemek molamızı veriyoruz.
Yemekten sonra otelimizin de yakınında olan Rembrandt Meydanı’na gidiyoruz. Meydan, buraya yakın bir evi olan ünlü ressamdan ismini alıyor. Hava kararmadan bu bölgeyi de gezip otele dinlenmeye gidiyoruz. Geceki planımız, hareketli olacağını duyduğumuz Rembrandt Meydanı’na tekrar gitmek. Ama yeni yıldan bir önceki gece olmasına rağmen birçok eğlence yeri kapalı… Biz de geceyi, açık bulduğumuz ufak bir pub’da müzik dinleyerek tamamlıyoruz.
Amsterdam’daki son sabahımızda Hollanda peyniri almadan eve dönmek istemediğim için erkenden kalkıp otelden çıkıyoruz. Peynire olan zaafımdan dolayı gördüğüm her çeşit enfes peynirden almama rağmen yine de “acaba daha fazla mı alsaydım” diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Havaalanındaki peynir satan marketten de alışveriş yapmak mümkün ama şehirdekilerden birini seçerseniz daha ucuz olacaktır.
Biraz daha vaktimiz olmasını isterdim, çünkü Amsterdam’dan Hollanda’nın diğer şehirlerine ulaşım çok kolay. Eğer vaktiniz varsa trenle 1 saatte Rotterdam’a ya da Lahey’e gidebilirsiniz. Özellikle yaz aylarında, güzel sahil şeridiyle Lahey oldukça hareketli oluyormuş.
Kesinlikle bir kez daha geleceğimi bildiğim bu şehirden ayrılmak zorunda olduğumuz için, havaalanına gitmek üzere Merkez Tren İstasyonu’na ulaşıyor ve bir gezinin daha sonuna geliyoruz.