Santiago de Compostela… Oh, dünya varmış!

0 6

Yanınızdan sırt çantası ve bastonu ile sessizce geçen hacılar, tahta pencerelerden sarkan çiçekler, inanılmaz tatlar, köşeleri tutmuş sokak müzisyenleri, olağanüstü bir katedral ve yemyeşil patika yollar… Kültür ve din turizminin önemli adreslerinden olan Santiago de Compostela, ziyaretçilerine aynı zamanda huzur ve keyif de vadediyor.


Şehrin bu ismi nasıl aldığıyla ilgili çeşitli rivayetler var. Memleketi Santiago D.C. olan bir arkadaşımın anlattığına göre “Santiago” St. James’ten (bizde bilinen adıyla Yakup), “Compostela” ise Latince “yıldızlar bölgesi” anlamına gelen “campus stellae”dan geliyor.

Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz James 44 yılında Kudüs’te vefat ettikten sonra kalıntıları mucizevi bir şekilde bu bölgeye getirilmiş, bu kalıntılar 835 yılında Teodomiro adında bir piskopos tarafından keşfedilmiş. Rivayete göre Teodomiro da, yıldızlar tarafından yönlendirilmiş. Bundan dolayı, yıldızlar takımı Samanyolu’na İspanyolca “El Camino de Santiago” deniyor. Bu ifade aynı zamanda yüzyıllardır hacıların St. James’i ziyaret için geldikleri hac yolu için de kullanılıyor.

St. James’in küllerinin bulunduğuna inanılan yere küçük bir kilise yaptırılmış. Kilise daha sonra bugünkü haliyle dünyanın en güzel ve heybetli yapılarından olan Santiago de Compostela Katedrali’ne dönüştürülmüş. 921 yılında hac merkezi olmasıyla birlikte kent, Kudüs ve Roma gibi Katolikler için en değerli yerlerden biri haline gelmiş.

Hac yolu sadece hacıların değil; sağlık arayan, doğa ile baş başa kalmak isteyen, arınmaya çalışan veya diğer kişilerle tanışmak ve özel bir deneyim yaşamak için gelen ziyaretçilerin de uğrak yeri. Mükemmel manzaralı patika yolları ve samimi dostlukları ile birçok kişiyi cezbeden bir ortam sunuyor.

“El Camino de Santiago” denilen kutsal hac yolunun uzunluğu yaklaşık 760-800 km ama mesafe kişiden kişiye değişiyor. Bunun nedeni ise yolun bir başlangıç noktasının olmaması. Kimisi evinin önünden başlaması gerektiğine inanırken, kimisi ise popüler hac yollarından birinden başlamayı uygun buluyor. Bu yolların en çok tercih edileni “Camino Francés”, yani Fransız Yolu.

Geleneğe göre, yüzlerce mil gezmiş hacılar “dünyanın sonuna” ulaşmak için batıya doğru yürüyor. Hacılar yol bitiminde dini makamlar tarafından verilen ve “Compostela” denilen bir belge alıyor. Bu belgeyi alabilmek için yolun en azından son 100 kilometresini yürüyerek veya at sırtında geçmek gerekiyor. Bisikletlilerin aşması gereken asgari mesafe ise 200 km. Yol başında size verilen pasaportu, yol üzerinde uğradığınız hostellerde damgalattırarak yolunuza devam ediyorsunuz. Yol sonunda damgalar kontrol ediliyor ve bu sayede belgenizi alabiliyorsunuz.

Arkadaşımdan öğrendiğime göre, hac sonunda hacıların yapmaları gereken 3 sembolik ritüel var:

1. Langosteira Plajı’nda yıkanmak. Bu ritüel “arınma” amacıyla yapılıyor… İnanışa göre yol sonunda hacının vücudundaki bütün tozlardan arınması, temizlenmesi ile birlikte günahlardan uzak, yeni bir hayat başlıyor.

2. Kıyafetlerini yakmak. Bu eylem “tüm maddi düşüncelerden kurtulmak” için yapılıyor. Ateş hayatınızda yararı olmayan veya geri almak isteyip, keşke dediğiniz her şeyi yok ediyor.

3. Güneşin batışını ve doğuşunu görmek. Güneşin denizin içine batmasını ölümü, yeni gün ise yeniden hayat bulmayı, dirilişi sembolize ediyor. Hacılara göre “diriliş”, Tanrı tarafından bağışlanmak, affedilmek anlamına geliyor.

Bunlar dışında yolu tamamlayan bazı hacılar için “Paris-Dakar yapmak” da bir ritüel. Bunun ne olduğunu merak ettiyseniz hemen açıklayayım. 🙂 Rua do Franco, Katedral’den çıktığınızda göreceğiniz, Santiago’nun barlarla dolu en işlek sokağı. Sokağın başındaki ilk barın ismi “Paris”, son barınki ise “Dakar”. Yani Santiago’da “Ben Paris-Dakar yapmaya gidiyorum!” diyen öğrenciler ve hacılarla karşılaşırsanız biliniz ki, Rua do Fronco’nun her barına uğrayarak içmeyi kastediyorlar. Kısacası bazı hacılar, yolun sonunda biraz sarhoş olabiliyor! 🙂

Deniz kabuğu şeklindeki desen Santiago’nun sembolü… Hacılar güç toplamak için deniz kabuğu şeklinde anahtarlıklar-kolyeler takıyor ve yemek tercihlerini deniz ürünlerinden yana yapıyorlar. Buraya özgün yemekler deniz ürünlerinden oluşuyor genelde. Özellikle de ahtapotunun tadına bakmanız tavsiye ediliyor.

Şehrin merkezinden parka doğru gittiğinizde, ulu ağacın önünde, masalarını önüne sermiş bir kafe ile karşılaşıyorsunuz. İster isteyin ister istemeyin masanıza, küçük küçük tabaklarda İspanya’nın meşhur omleti, patatesli yumurta, kızarmış peynir ve ekmek üstü sosis geliyor. Sıcakkanlı İspanyol çalışanlar da keyfinize keyif katıyor. Yalnız tek bir sorun var: Siesta! Saat 16.00 ile 20.30 arası birçok restoran kapalı oluyor. Akşam 21.00’da servis tekrar başlıyor. Plan yaparken siestayı unutmayın.

Santiago’nun birçok sokağı turta, çikolata ve bisküvi satan mağazalarla dolu ve gerçekten tadı damağınızda kalır nitelikte. Tavsiye ettiklerim; aşağıdaki mağazada bulabileceğiniz “tarta del apostol”, “tarta de almendra” ve çikolatalı bisküvileri. Zaten bol bol tattırıyorlar, ister istemez ağzınıza layık tadı buluyorsunuz. 🙂

Bu dükkandan alışveriş yaptığınızda hemen karşısındaki dükkanda kullanabileceğiniz bir hediye çeki veriliyor. Orada ise özel yapılmış, her türlü likör mevcut. Tercihimiz vişne-çikolata likörü tarafında oldu.

Sokağın bir başka güzel yanı ise Chocolate Factory. Kokusu bile yeter.

Sanatın birçok alanını sokakta yaşayabileceğiniz bu ortamda yağlı boya yapan ressamlar, sokak müziği, kelt müziğini yaşatanlar ve canlı heykeller görebilirsiniz.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.