Tarihin izinde Roma
Mart ayı olmasına rağmen hava günlük güneşlik. Vakit kaybetmeden havaalanından bizi şehir merkezindeki otelimize götürecek olan otobüse biniyoruz. Tahmini 1 saatlik bir yolculuk sonrası şehir merkezine varıyoruz. Çantalarımızı otele bırakır bırakmaz kendimizi Roma’nın tarih kokan sokaklarına atıyoruz.
Şehirde tramvay ve metro ile ulaşım oldukça rahat olmasına rağmen havanın güzelliği ve benim fotoğraf çekme aşkım yüzünden yürüyerek gezimize başlıyoruz.
İlk durağımız, imparatorluk döneminde gladyatör dövüşlerine de sahne olan bir arena, Colosseum. Burası Roma’nın en turistik yerlerinden, aynı zamanda da dünyanın yeni 7 harikasından biri. İçeri girmek için uzun kuyruklar oluşturan kalabalığın dışında, bu muhteşem binanın civarı o kadar şenlikli ki nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Bir yanda turistlerin fotoğraf çektirmek istediği gladyatörler, diğer yanda müzisyenler, bu uzun kuyrukta beklemeyi eğlenceli kılıyorlar bize. Colosseum çok iyi korunmuş. İçeri adımınızı attığınızda, o dönemde yaşanan kanlı gösterileri gözünüzde canlandırabiliyorsunuz, etkilenmemek mümkün değil. Bir ipucu: Biletinizi internetten alırsanız ayrı bir sıradan, beklemeden içeri giriyorsunuz.
Colosseum’un hemen yanında İmparator Konstantin’in, düşmanı Aksenyus’a karşı kazandığı zaferin anısına yapılmış ve günümüze kadar çok iyi korunmuş Konstantin Takı bulunuyor.
Aslında Roma, 2 güne sığdırılamayacak kadar zengin bir şehir. Fakat bizim vaktimiz sınırlı olduğundan biraz hızlandırılmış tur yapıyoruz ve zamanınız varsa görmenizi tavsiye edebileceğim Roma Forumu’nun yanından geçerek Venezia Meydanı’na doğru yürüyoruz. Bu meydanı güzelleştiren en önemli yapı II. Vittoriano Anıtı. Beyaz mermerden yapılmış bu binaya görünüşü itibarı ile ‘düğün pastası’ diyenler de var. Binanın balkonundan ve üst katından muhteşem şehir manzarasını izlemek mümkün.
Roma’nın en önemli caddelerinden Via del Corso’ya doğru turumuza devam ediyoruz. Pahalı butiklerin, güzel mağazaların yer aldığı bu bölgeyi dolaşıp İspanyol Merdivenleri’ne geçiyoruz. Piazza di Spagna’da yer alan bu merdivenler, İspanyol Elçiliği bu meydanda yer aldığı için böyle adlandırılmış. Şehrin en kalabalık ve genç nüfusun en çok rağbet ettiği meydanlarından biri burası. Merdivenlerde kendinize oturacak bir yer bulursanız şanslısınız. Neyse ki biz kendimize dinlenecek bir yer buluyoruz ve 138 basamaktan oluşan bu merdivenlerde biraz soluklanıyoruz.
Günü bitirmeden Fontana di Trevi ya da bilinen diğer adıyla Aşk Çeşmesi’ni de görmek istediğimizden fazla oyalanmadan yolumuza devam ediyoruz. Şehrin ara sokaklarından, tabelaları takip ederek, tahminimden daha ufak bir meydana çıkıyoruz. Meydanın ufaklığından, çeşme daha da görkemli görünüyor. Adetten olduğu üzere çeşmeye para atarak iyi dileklerde bulunuyoruz ve yolda rastladığımız küçük pizzeriaya giderek günün yorgunluğunu leziz karidesli-rokalı pizza yiyerek atıyoruz.
Güzelce uyuyup enerji depolamak için otelimize dönüyoruz çünkü ertesi günkü programımız oldukça yoğun.
Sabah çok erken güne başlıyoruz. Bugün, Melekler ve Şeytanlar filmine de konu olan birçok yeri gezmeyi planlıyoruz. Bunlardan ilki, ‘tüm tanrıların tapınağı’ anlamına gelen Pantheon. Bu mühendislik harikası yapı eski Roma tanrıları için inşa edilmiş. İçinde İtalyan ressam Raffaello’nun da mezarının bulunduğu bu yapı, döneminin en iyi korunmuş binası.
Sıradaki durağımız Piazza Navona. Sokak sanatçıları, resim satıcıları, kafeler ve ortasında Bernini’nin ünlü Dört Nehir Çeşmesi’yle bu meydan oldukça hareketli. Bu çeşmedeki figürler, ‘4 kıtadan 4 nehri’ temsil ediyormuş. Bizim bu güzel meydanda oturup bir kahve içecek vaktimiz ne yazık ki yok.
Yolumuza yürüyerek devam ediyoruz ve Tiber Nehri’nin kenarına çıkıyoruz. Niyetimiz; nehir boyunca ilerleyip Castel Sant’Angelo’ya ulaşmak. Bu kaleye melek heykellerinin süslediği köprüyü geçerek ulaşmak mümkün. Öğrendiğimize göre Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan da burada mahkum edilenler arasında bulunuyormuş.
Melekler ve Şeytanlar filmini izleyenlerin hatırlayacağı, Vatikan’a giden gizli geçidin gerçek olduğu söyleniyor. Müzeyi gezmeye vaktimiz olmadığından Vatikan’a doğru yolumuza devam ediyoruz.
Son durağımız olan, dünyanın yüz ölçümü bakımından en küçük ülkesi Vatikan’dayız.
Havanın güzel olması sanki kalabalığı daha da arttırmış gibi. Etrafı duvarlarla çevrili ülkenin girişinde Bernini’nin tasarladığı San Pietro Meydanı sizi karşılıyor. Oldukça büyük bu meydanın ortasında, Roma’nın birçok meydanında olduğu gibi bir dikilitaş bulunmakta. İlk papa olarak bilinen San Pietro’nun adıyla anılan dünyanın en büyük Katolik Kilisesi San Pietro Bazilikası bu meydanda yer alıyor.
Bu bazilikanın içi anlatmakla bitmez, ayrı bir blog yazısı konusu, gerçekten çok görkemli. Sistine Şapeli’ni de mutlaka görmelisiniz.
Artık dönmek zorundayız. Çantalarımızı almak üzere otele dönmeden Piazza del Popolo’ya da uğrayıp bizi havaalanına götürecek otobüsün kalktığı Termini Tren İstasyonu’na gidiyoruz. Her yerinden tarih fışkıran bu muhteşem şehirden çok güzel anılarla ayrılıyoruz.